Curate, connect, and discover
apâşikarsın ama gizlisin, can içindesin ama candan münezzehsin. her şey sensin, hiçbir şey sen degil'
hislerin seni cehenneme götürecek kadar günah vaziyette lakin gözlerine baktığımda cenneti buluyorum
ufacık şeylerle mutlu olanlardan ufacık şeyler esirgenir, hiçbir şeyle yetinmeyenlerin önüne dünyalar serilir
bağımsızlık, uğruna ölmesini bilen toplumların hakkıdır.
bazı zaferler sonsuza dek kutlanır.
biliyor musunuz çok yoruldum ve bundan sonra bir şeyler istediğim gibi olsa bile kırgın öleceğim
saçlarımı okşasa, düşüncelerim intihar eder gözlerim uzun zaman sonra uykuya yenilirdi
zaten benim huyum buydu; kalabalıkken gizlediğim duygular yalnız kaldığım dört duvar arasında duvarla beraber üzerime yıkılırdı
bu sakinliğimi bu sessizliğimi tanıyorsun değil mi? kemiklerim kırılmış gibi hissediyorum ama hiç söylemeyeceğim, biliyorsun değil mi?
içimde durmadan kabaran, dinmek bilmeyen bir şey vardı. eve son derece huzursuz döndüm. ruhumda, cinayet işlemişim gibi bir ağırlık vardı.
tanrı dünyayı yeniden yaratsaydı, yaratırken de beni yanında tutsaydı. derdim, ya benim dilediğimce yarat dünyayı ya da sil benim adımı defterden~
ben mi?
henüz yitirmedim aklımı,
lakin bu şehir bazen boğuyor beni
biliyor musun?
zamanın ilerlemiyormuş gibi gelip birdenbire geçip gitmesinden, geçen hiçbir zamanın istediğim gibi olmamasından ve içimdeki bu huzursuzluğun hiç geçmemesinden çok yoruldum
"insanlık öldü mü?" dedim.
"yok," dedi, "ölmedi, ölmedi ama, bir şeyler oldu, başka bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde?"
bi' derdi var, her hâlinden belli
anlatmıyor, anlatsa kurtulur~
sadece büyük bir lider, geleceği küçük kalplere emanet eder
ilk acı değilsin, dedim. son acı da olmayacağım, dedi. sevmenin ötesini görmek istemiştim, dedim. oradan geliyorsun, dedi. sözcüklerden duvar örülmezmiş, dedim. kurduğun konaklarda insanlar kendini seviyor, dedi. yalnızlık hiç geçmiyor, dedim. yazıyorsun ya, dedi.
uzun zamandır aynı geceyi yaşıyorum. hep aynı düşünceler, aynı sorular ve aynı cevaplar dışarıdan duyulmayan aynı sesler ve kaçan aynı uykular
bir şeylerden kaçar gibisin. soluk soluğa ama hiçbir şey anlatmayacağına yemin etmiş gibi sakinsin. gitmek istediğin belli bir yer yok ama kalmak istemediğine artık eminsin. sadece biraz olsun herkesin ve her şeyin susmasını istemişsin, kendini duyabilmek için.
sonra uyuduğun odadan, balkondan, gezdiğin dolaştığın bahçeden eksildin. oysa sen geniş alanları severdin, gezmeyi hava almayı… koydukları yere nasıl sığdın dar gelmiyor mu, düşündükçe beni boğan o küçük alan? “pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun, seni görmem imkansız, imkansız, imkansız rüyalarım olmasa“ diyor şarkı. deremeyeceğim bir çiçeksin artık o dağda. bilmediğin bir toprağın acemisisin artık, daldığın uykuya iyi geceler de denmez şimdi..
toprağa teslim ederlerken seni, kolun kanıyordu, “durun, acıtmayın “ dedi içim, kolumda saatin zaman hala akarken sen nasıl da durdun öyle. ne bu telaş , nedir bu acele? ömrün bana yaşlı, aksi bir adam olduğunu göstermeye yetmedi ama çok yakışıklı öldün. iyyiz biz merak etme, seni bazen gülerek bazen gözümüzde yaşla hatırlıyoruz. şarkı söyleyen sesin kulaklarımızda. gözlerinden ve atmayan kalbinden öperim. adettendir, kal sağlıcakla.
paragraflarca yazı sildim ben. anlamazsınız, hatta daha da kötüsü yanlış anlarsınız diye. her sildiğim harf içimde katlanarak büyüdü, kanlaştı. onu anlamayacaklarını bildiği için ağzını açmayan ama anlaşılmayı bekleyen evsiz, başıboş küçük bir çocuğun hislerini paylaşıyorum sanki. düşüncelerim, uykulu hissedişlerim ve yorgunluğum çoğaldı ama bir türlü içimdekileri anlatacak cesaretim olmadı
gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil, dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan.