bir şeylerden kaçar gibisin. soluk soluğa ama hiçbir şey anlatmayacağına yemin etmiş gibi sakinsin. gitmek istediğin belli bir yer yok ama kalmak istemediğine artık eminsin. sadece biraz olsun herkesin ve her şeyin susmasını istemişsin, kendini duyabilmek için.
sonra uyuduğun odadan, balkondan, gezdiğin dolaştığın bahçeden eksildin. oysa sen geniş alanları severdin, gezmeyi hava almayı… koydukları yere nasıl sığdın dar gelmiyor mu, düşündükçe beni boğan o küçük alan? “pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun, seni görmem imkansız, imkansız, imkansız rüyalarım olmasa“ diyor şarkı. deremeyeceğim bir çiçeksin artık o dağda. bilmediğin bir toprağın acemisisin artık, daldığın uykuya iyi geceler de denmez şimdi..
toprağa teslim ederlerken seni, kolun kanıyordu, “durun, acıtmayın “ dedi içim, kolumda saatin zaman hala akarken sen nasıl da durdun öyle. ne bu telaş , nedir bu acele? ömrün bana yaşlı, aksi bir adam olduğunu göstermeye yetmedi ama çok yakışıklı öldün. iyyiz biz merak etme, seni bazen gülerek bazen gözümüzde yaşla hatırlıyoruz. şarkı söyleyen sesin kulaklarımızda. gözlerinden ve atmayan kalbinden öperim. adettendir, kal sağlıcakla.
paragraflarca yazı sildim ben. anlamazsınız, hatta daha da kötüsü yanlış anlarsınız diye. her sildiğim harf içimde katlanarak büyüdü, kanlaştı. onu anlamayacaklarını bildiği için ağzını açmayan ama anlaşılmayı bekleyen evsiz, başıboş küçük bir çocuğun hislerini paylaşıyorum sanki. düşüncelerim, uykulu hissedişlerim ve yorgunluğum çoğaldı ama bir türlü içimdekileri anlatacak cesaretim olmadı
gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil, dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan.
seni saklayacağım inan
yazdıklarımda, çizdiklerimde
şarkılarımda, sözlerimde.
sen kalacaksın kimse bilmeyecek
ve kimseler görmeyecek seni,
yaşayacaksın gözlerimde.
sen göreceksin duyacaksın
parıldayan bir sevi sıcaklığı,
uyuyacak, uyanacaksın.
bakacaksın, benzemiyor
gelen günler geçenlere,
dalacaksın.
bir seviyi anlamak
bir yaşam harcamaktır,
harcayacaksın.
seni yaşayacağım, anlatılmaz,
yaşayacağım gözlerimde;
gözlerimde saklayacağım.
bir gün, tam anlatmaya…
bakacaksın,
gözlerimi kapayacağım…
anlayacaksın.
güneş doğuyor, seninle izlerken bunu güzel sıfatlarla betimleyebilirim ama şu an sadece güneş doğuyor.
birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık, hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık~
annem bana hiçbir zaman bu evin bizim evimiz olduğunu hissettirmedi burası her zaman yalnızca annemin eviydi
büyüdük sanıp boş yere kırdılar oyuncaklarımızı. bir bahar umuduyla ne varsa yıkıp yok yere gittiler. oysa gerçeğin merhametsiz duvarlarına çarpınca, ne bahar geldi bir daha topraklarına ne de ellerinde bir damla umut kaldı.
imkansızlığın bilincinde olmak gerekiyor bazen. bardağın dolu tarafı sana okyanustaki su miktarı kadar hayal kırıklığı bırakabilir.
sanırım artık imkânsız
onca neden varken ve tam sırası gelmişken hiçbir şey yapmamış ve susmuşuzdur~
içimizde paramparça olup ufacık kırıntılarına kadar bölünmüşken hayat, içimizdeki okyanusların en derinlerinde boğulmuşken umutlar, yangınlar acımasızca alev almışken, içimizdeki tüm parçalar, tüm inandıklarımız, dirençlerimiz, dayanaklarımız, tüm çocukluğumuz paramparça olmuşken, içimiz yıkık bir savaş yerini andırırken, terkedilmiş bomboş bir şehirken, rüzgarlıyken, sessizken, içimizdeki depremlerden ve kıyametlerden sonra en ufak bir canlı belirtisi yokken, nasıl oluyor da ruhumuz hâlâ içimizde? nasıl oluyor da kalbimiz hâlâ atıyor? bakmayın gülümsediğime, ayakta durduğuma, dışarıdan normal göründüğüme, ben paramparçayım. ben, yenilgiyim.
ama biliyor musun, gıkım bile çıkmıyor. bir kere sitem etmeye kalktım ardından kahkahalar attım. üstelik başım ağrıyor ve yastığa koymak bile işe yaramıyor.
görmedim. kabus görmedim. uzun zaman sonra ilk defa kabus görerek uyanmadım.
bi kaç gündür zihnimin arka fonunda düşüncelerimle alakasız olsa da dönüp duran bir şiir